Merhaba

Bir egitimcinin gözüyle bakiyoruz
Bir egitimcinin gözüyle bakiyoruz

Hayatımıza giren herkese merhaba

Bir eğitimci olarak bakmak ve görmek arasında ki farkı keşfettiğimden itaberen hayata hep gören gözlerle baktım

Kimi zaman bu avantaj oldu kimi zamanda dezavantaj ama bir gerçek var ki gözün gördüğünü gönül süzgecinden geçirmedikten sonra ne bakmanın nede görmenin bir anlamı

Ben kendimce hayatı yorumlamayı ve kendi tarzımı katmayı ve yeni nesile örnek olmayı hedefliyorum .

Bu sebeplede benim gözümle gezelim ö.a.c diye bir program yaparak Ülkemizin tarihi mekanlarını ve doğal güzelliklerini tanıtıp aynı zamanda da yaşatmak istedim

Siz değerli okurlarımızla hem gezip gördüğüm yerleri ve yaşanmışlıkları aktarırken aynı zamanda güncel konulara da eğitimci bakış açısı getirmeye çalışacağım

İlk olarak hayatımda ayrı bir yere sahip olan Mersin ile başlayalım

Yıl 1998 ağustos ayı ve bir tatil macerasında tanıştık Mersin ile

İlk defa duydum adını ve diğer adının da içel olduğunu  , ve bir ile iki isim neden diye araştırdığımı da hatırlıyorum

Mersin yöresinin bilinen en eski ismi Kizzuvatna olup bu ad Hitit devrinde Kue, klasik devirde de Kilikya olmuştur.[4] Bu bölgede yapılan kazı ve araştırmalar, ilk yerleşim izlerinin Cilalı Taş Devri ve Bakır Çağı’nda görüldüğünü ortaya koymuştur. Gözlükule Höyüğü ve Yumuktepe‘deki kazı araştırmaları ayrıca yörenin tarihte çok önemli bir merkez olduğunu göstermiştir. Nitekim, Gözlükule İslam uygarlıklarından Yeni Taş Çağı’na kadar 33 katmanda oluşmaktadır. Çiftçi ve çoban toplumunun yaşadığı ilk katmanlarda toprak sıvalı mekân zeminlerinin ortaya çıkışı ve daha üst katmanlarda ele geçirilen çeşitli tarımsal aletler ve çanak çömlekler, üretim ekonomisinin ve toplumsal bilincin gelişimini göstermektedir. MÖ 6. yüzyıla kadar yörenin yazılı tarihi HurriLuviArzava, Kizzuvatna gibi yerel krallıklar ve bunların kültürleriyle, buraya daha sonraları egemen olan Hitit, Asur ve Babil krallıklarının tarihleri iç içedir.[4]

III. katmanda bulunan Alacahöyük tipindeki bronz hançer ve Hitit yapı kalıntıları, yöredeki Hitit varlığının önemli belgeleridir. Belli bir dönem Hitit egemenliğinde kalan bölge daha sonra Asur Kralı III. Selomossa’nın, MÖ 528 yılında ise Perslerin eline geçmiştir.[4] MÖ 527’de Yunanlar yöreyi ve Kıbrıs’ı, MÖ 334’te ise Mersin’i Makedonlar ele geçirmiştir.[4]

  • Antik Yunan döneminde, şehrin adını Zephyrion (Yunanca: Ζεφύριον) taşıyordu ve birçok antik yazarlar tarafından dile getirilmiştir.
  • Antik kaynaklara göre şehirde ticaret yapılıyordu ve hatta kendi adına para bastırmıştı.
  • Sonra Kilikya, Roma eyaletinin bir parçası hâline geldi.
  • Roma İmparatoru Hadrianus‘tan adını aldı ve Hadrianopolis oldu.
  • Romalı devlet adamı ve ünlü felsefeci Marcus Tullius Cicero 620/621 MÖ, ilin valisi oldu.
  • Kilikya ve Mersin, erken 7. yüzyılda Araplar tarafından fethedildi.
  • Ardından Mısırlı Tolunoğulları, Bizanslılar, Ermeni Krallığı, Memlûkler ve 1473 yılında Ramazanoğulları Beyliği tarafından fethedildi.
  • Bundan sonra da 1517 yılında Osmanlı İmparatorluğu’na kaydedildi.
  • Amerika İç Savaşı sırasında, bölgenin sıkıntısı nedeniyle yüksek talebi karşılamak için pamuk önemli bir ticaret malı hâline geldi.
  • Demir yolu ile getirilen pamuk, deniz yoluyla ihraç edildi. 1866 yılında Mersin genişletildi ve şehir önemli bir ticaret merkezi hâline getirildi.
  • 1918 yılında, Sevr Antlaşması ile uyum içinde Fransız ve İngiliz askerleri tarafından işgal edildi.
  • 1920 yılında Mustafa Kemal Atatürk ordusu tarafından kurtarıldı.
  • 1924 yılında Mersin il yapıldı ve 20 Mayıs 1933’te İçel (büyük Mersin) ilini oluşturmak için İçel iline katıldı, ilin merkezi Mersin, eski İçel ilinin merkezi olan Silifke de kaza oldu.[5](([(
  • (kaynakça: ^ a b c d “Tarihi”. mersin.gov.tr. 31 Ağustos 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 11 Nisan 2014.
  • ^ “TBMM Tutanak” (PDF). 20 Mayıs 2020. 4 Temmuz 2020 tarihinde kaynağından(PDF) arşivlendi. Erişim tarihi: 2 Temmuz 2020.

Bu araştırmalarımla kendisine olan merakım iki kat artan Mersin de gördüğüm bir çok yerin beni hayallere sürklediğini ve kız kalesinde ki genç kıza ne kadar çok üzüldüğümü de iyi hatırlıyorum

Efsane şöyledir

Kızkalesi hikayesi: 

Korykos’ta yaşayan krallardan biri, bir kız çocuğunun olması için, gece-gündüz dua edermiş. Sonunda dileği yerine gelmiş ve çok güzel bir kızı olmuş. Kralın kızı büyüdükçe daha da güzelleşiyormuş. Güzel olduğu kadar yardımseverliğiyle de herkesin olduğu kadar tanrılarında hayranlığını ve sevgisini kazanmış.

Bir gün Korykos kentine bir bilici gelir. Kral da onu saraya davet eder. Kral kızının geleceğini öğrenmek ister. Bilici kıza bakınca irkilir, korkar, fakat krala bir şey söylemez. Kral biliciyi zorlayınca, “Kralım, güzel kızınızı bir yılan sokacak ve kızınız ölecek. Bu yazgıyı kimse bozamayacak. Acıyı yaşayacaksınız. Siz de engel olamayacaksınız” der. 

Kral kızına bundan söz etmez, fakat üzüntüyle derin düşüncelere dalar. Sonunda Korykos Kalesi karşısında kıyıya yakın küçük bir adacık üzerine bir kale yaptırır.

Hizmetçileriyle beraber güzel kızını bu kaleye kapatır. Olan bitenden haberi olmayan kız, çok üzülmekte, günden güne eriyip gitmekte, olan bitene bir anlam verememektedir. Kızın canı bir gün altın sarısı “Tarsus Beyazı” üzümü ister. Saraydan gönderilen üzüm sepeti içinden çıkan bir yılan onu sokar ve öldürür.

Kız kalesine uzun uzun bakıp zavallı kızı ve çaresiz kralı düşünmüştüm…..

[gelecek yazım cennet cehennem mağrası ve anılarım)

BENİM GÖZÜMLE GEZELİM ÖZDEN A.C.